mal ve rızkın nasıl kullanılacağı hakkında (İmam Şarani – Büyük Ahidler)

mal ve rızkın nasıl kullanılacağı hakkında
Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in bizlere vasiyetlerinden
biri de kazanacağımız mal, yiyecek, giyecek ve buna benzer elimize
geçen şeylerin kontrolü hakkındadır. Helal ve haramlığı kalbimizi
kurcalayan nesneleri kullanmamalıyız.
Allah’ın rızası üzerine olsun, gelmiş ve göçmüş atalarımızdan salih kişiler, ellerine ne geçerse geçsin, daha önceden bunları kullanan
yedi el –bazıları on el– hakkında inceleme ve araştırma yapmadan
bu malları kullanmazlardı. Bunlar hakkında içlerinde müspet bir kanaat doğunca, ellerine geçen bu gibi malları kullanmada bir sakınca görmezlerdi.
Günümüzde ise, fakirler (dervişler, sofiler) için bu gibi araştırma mümkün değildir. Binaenaleyh zamanımızda yapılacak iş, malı
alınan kimsenin durumunun tedkik edilmesidir. Bu kifayet eder.
Ey kardeşim! Bu ameli yapmak için, sana en çok yardımcı olacak, nefsi kanaat ve Allah korkusudur. İçinde kanaat beslemeyen
kimse, filin başını yemiş olsa dahi yine doymaz. Bir kimse boğazının
esiri olursa, o kimsenin Allah’tan sakınma ve korkma duygusundan
yoksun olduğu bilinmelidir.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun, günün birinde şeyhim Aliyyü’l-
Havvas’a adamın biri gelerek, «Ey şeyhim ben eskisi gibi, çokça yiyemiyorum», diye şikâyette bulundu. Şeyh o kişiye, «Seni Allah şüpheli şeyleri yemekten korumuş, onun için Allah’a hamd et” dedi.
Halbuki Şeyh, adamın derdine deva olacak ilacı biliyordu.
Ben derim ki: Samimi bir derviş kendisini vera sahibi olmayanlardan üstün görmemeli. Her hal ü karda, minnet Allah’adır. Kulun bir dahli yoktur.
Hak bir kimseye günah bir şey yemesini kısmet etmiş ise, o
kimse o kismeti kesinlikle yer. Artık burada Allah’ın o kimseyi koruyup korumayacağı meselesi kalır ki, bir evvelki ahidde bu yönü
açıklamıştık. Yine gizli olmayan bir yön daha vardır ki, o da, Allah
ehli kişilerin ellerine geçen eşyayı, dış görünüş ve izlerine dayanarak, Allah’tan sakınıp korkmadan kullanmalarıdır. Bunlar Hak Taala’nın kalplerine bıraktığı izlerden, ellerine geçen eşyanın helal veya günahtan gelip gelmediğini anlarlardı.
Çünkü salih bir kişinin elinden alınan bir nesne, günah taşıyabileceği gibi, zalim bir kimseden alınan bir nesnenin de, günahtan
uzak bir kazanç mahsulü olması ihtimali de vardır.
İşte bu gibi, Allah ehli doğru kişiler, diğer kimseler gibi yalnızca o şeyin dış görünüşüne bakmayıp, batıni hal ve işlerde, o şeyin
içyüzüne bakarak kendilerini korumuş olurlar. Mesela, bir alim günah olan bir nesneyi alıp, sonradan o nesneyi benzer bir başkasıyla değiştirip, fakire getirip göstermiş olsa, o fakir, «Bu zalim kişinin aldığı günah malı elinden çıkmıştır. Bu o mal değildir, benzeri ve başkasıdır» der. İşte her makamın böyle bir ehli ve sahibi vardır.
Günün birinde kardeşim Şeyh Efdalüddin ile, beni bir dost yemeğe buyur etti. Yemek kızartılmış bir kuzu idi. Bu kimsenin daveti kasıtlı ve iyi niyetle yapılmayan bir davetti. Çünkü bu yemek bizlere değil, Portsaid Ömer’in çocukları ve maiyyeti için verilen bir yemekti. Onlar bu ziyafete gelmediklerinden onların yerine
bizleri davet etmişti. Sofra kurulup yemek önümüze konduğu vakit,
yemeğin geyiklerin kıç kısmında dolaşan böcekler gibi böceklerle
kaynadığını gördüm. Bu yemekten bir lokma dahi ağzıma koymaya
cesaret edemedim. Ev sahibi ise, bu yemekten bir lokma olsun yememiz için bizleri zorluyordu. Ben gördüklerimi misafirlik nezaketi icabı, ev sahibine söylemedim. Çünkü o bizlerin gördüğünü görmüyordu. Ortada görmesine mani olan bir hicap vardı. Fakat ben ve
kardeşim bu mani perdeyi aştığımız için, önümüze konan yemeğin ne durumda olduğunu görüyorduk. Kardeşim ise, benim gibi değil, bu yemeğin cin ve perilerle kaynadığını görmüştü. Ben de bu yemeğin
kurtlarla kaynadığını gördüm dedim. «Maksat, himaye ve yemekten tiksinti duymaktır. Aynı şeyleri görmememiz mühim değil,
gaye tahakkuk etmiştir. Allah’a hamd ü senalar olsun» dedi.
Ey kardeşim! Allah ehlinin korku ve sakınma yönünden sıfatlandıkları ölçüde bir sıfata varamadığın takdirde, şeriatın buyruğu olan
ölçüden aşağıya düşmemeye bakmalısın. Aksi halde ayağın ateşe basmış olur. Allah seni hidayetine eriştirsin.
Şeyhayn ve Tirmizi merfüan şu hadisi rivayet ederler: “Helal
belli, haram da belli. Helal ile haram arasında birçok şüpheli haller vardır ki, insanlar çoğunlukla bunun farkına varamazlar ve bunu
bilmezler. Şüpheli nesnelerden korunan kimseler dinlerini, ırzlarını
temize çıkarmışlardır. Şüpheli maddelere dalanlar bir koru çevresinde (hayvanlarını) otlatan bir çoban gibi çok sürmez içeriye dalabilirler…».
Buhari’nin rivayetinde, «Herhangi bir kimse helal olduğunda
şüphesi olan bir şeyi işlerse, o kişi gitgide onun içine dalar gider»
kaydı da vardır.
İmam Ahmed ceyyid senedlere dayanarak şu hadisi rivayet eder:
“İyilik nefsin kendisine huzurla yöneldiği ve gönlün yatıştığı (kaydiği) şeydir. Günah da –müftüler lehinde fetva verseler dahi- nefsin yönelmediği, kalbin de yatışmadığı nesnedir».
Bu hadisin anlamına gelince: Burada insanlar hakkında kötü
düşünmenin doğru olmayacağı belirtilmektedir. Zahiri alametlere
dayanarak veya yolunda yürüyen kimseler kendilerine ikram edilenleri – şüphe belirtileri görmeden- yemekten çekinmeleri, ikram sahibine olan su-i zanlarındandır. Hüsn-i niyet taşısalar elbette yerlerdi. Bu tür davranışlar halk arasında vera sahibi diye nam salma âdetinden kaynaklanmaktadır. Halbuki, Allah’tan gerçek olarak sakınanlar, kalblerinin terazisini kullanarak amelde bulunanlardır. Zira bu gibilerin korkusu gizlidir, kimseye belli etmezler. Allah daha
iyisini bilir.
Şeyhayn’ın rivayet ettiği bir hadise göre: Sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz yolda yürürken yerde bir hurma danesi bulur ve
onu alarak şöyle buyurur: “Bu tek hurmanın sadaka hurmalarından
olmasından endişe etmeseydim bunu yerdim»,
Tirmizi, ve Nesai ve İbn Hibban şu hadise rivayet ederler: “Sana
şüphe vereni bırak, şüphe vermeyene bak». Taberâni’nin rivayetinde şu ziyade vardır: Sallalahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e sorulur:
“Ey Allah’ın Resulü! Vera sahibi kimdir”? Efendimiz şöyle cevap verir: «Şüphe (li nesneler) yanında duraklayan kimsedir».
Buhari’nin anlattığı bir hadise göre: –Allah’ın rızası üzerine olsun– Hazret-i Ebu Bekir Sıddık’a hizmetçisi, içinde şüphe taşıyan bir yemek getirir. O da bu yemeği yer. Sonradan bu yemeğin içinde günah ve şüphe taşıdığını öğrenince, yediklerini gidip kusarak çıkarır.
Bu hadisden de şunu öğrenmiş oluyoruz ki, Allah’ın selat ve selamı
üzerlerine olsun peygamberlerden gayrı bütün insanlar günahlardan masum değildir. Ancak himaye-i ilahiye mazhar kişilerin, midelerine haram gittiğinde Allah bir vesile ile o onlardan çıkartır, haram onların midelerinde kalmaz. Hz. Sıddık’ın başına gelenler gibi, Allah’ın velilerine inayet ve yardımı, karınlarına günah bir şeyin yerleşmesine mani olur.
Ümmet-i Muhammedi haramdan bir şey yemiş olsa dahi, karınlarına inen bu günah lokmalarını vakit geçirmeden çıkarmaya çalışmalıdırlar.
Allah’ın salat ve selâmı üzerine olsun Hazret-i Adem de kendisine yasaklanmış olan ağacın meyvesinden yemiş , sonradan pişman
olarak tevbe ve istiğfarda bulunmuştu. Allah en iyisini bilir. Taberani merfuan şu hadisi rivayet eder: «Dinin en faziletli yönü şüphelerden sakınmadır».
Yine Taberâni’nin rivayet ettiği bir hadise göre de, «Dinimizin
en hayırlı yönü günahtan sakınmaktır» buyurulmuştur.
İbn Mace ve Beyhaki şu hadisi rivayet ederler: «Günah bir iş işlemekten sakınıp korkarsan, insanlar arasında Allah’a ibadet eden en üstün ve gözde bir kul olmuş olursun».
Ben de sizlere diyebilirim ki, günahtan (şüpheli nesnelerden) sakınan bir kimsenin Allah’a en iyi ibadet yapan olmasının hikmeti
şudur: Temiz ve şüphe taşımayan şeyleri yiyen kimseler Allah’a ibadetten ne bekar ne de usanır. İbadetlerini bıkıp usanmadan yapanların elbette diğer kimselerden üstün bir durumları vardır. İnsan
topluluklarının değişik hallerine göre az veya çok Allah’a ibadetten
bıkıp usananların Allah katındaki durum ve basamaklarını ancak
Allah bilir.
Tirmizi, İbn Mace ve Hakim şu hadisi rivayet ederler: «Kul, sakıncası olmayan bir şeyi sakıncalı nesnelere götürür endişesiyle terk
etmedikçe muttakilerin mertebesine erişemez”.

Hayat-ı Şerifleri kategorisinde yayınlandı. mal ve rızkın nasıl kullanılacağı hakkında (İmam Şarani – Büyük Ahidler) için yorumlar kapalı

HAKKIMIZA DÜŞEN RIZKA İNANMAK

HAKKIMIZA DÜŞEN RIZKA İNANMAK
Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in bizlere vasiyetlerinden
biri de Hak Taâlâ’dan rızıklarımızı, yeterli ve güzel bir şekilde istememiz hakkındadır. Rızık temin edeceğiz diye oturmamalıyız, rastgele iş yapmamalıyız.
Allah’ın bizlere göndereceği bu rızka inancımız varsa, kullarına
ayırıp kısmet ettiği bu rızkın bir zerresini dahi ne gökler ve ne de yer
ehlinin geri çeviremeyeceği bilinmelidir. Yine Hak Taala’nın kullarına kısmet etmediği bir rızkı hiçbir güç ve kuvvet alıp da kullara
gönderemez.
İşte bu ahlak üzerine olanlardan biri de, salih ve bilgin kişilerden Allah’ın rahmeti üzerine olsun, öz kardeşim Abdulkadir idi. Bu
zat, buğday, bakla, susam gibi şeyleri, arkadaşları ile ortaklaşa eker,
kendisi, ekilen yeri, çıkan mahsulün nereye konduğunu ve harman
yerini bilmezdi. Böylece ortakları, bu mahsulleri toplar, harmanda rüzgara
tutarak danesini ayırır, kendi payına düşeni evinde teslim
alırdı. Kendi payını aldığı vakit de, bunun ne miktar, ne de ölçüsü hakkında arkadaşlarına bir şey sormaz, ne verirlerse kabul eder,
nefsi, hiçbir vakit ortaklarıyla hesaplaşmayı kabul etmezdi.
Bir vakitler kendisine bir haber salarak, bize ait olan ve kendisine yakın bulunan Cezire’deki yerimize ektiğimiz karpuzlara göz-
kulak olmasını ve mahsullerimizin olgunlaşıp yetiştikten sonra sevki için bir vasıta gönderinceye kadar bekçiliğini yapmasını istemiştim. Biraderim bu teklifimi kabul etmemişti. Bana gönderdiği haberde, «Allah’ın bu köy halkına yemesini nasip ettiği şeyleri hiç kimse
alıp Mısır’a götüremez. Allah’ın Mısır halkına kısmet ettiğini de, köyümüz ve eyaletimiz halkı, oradan alamaz ve yiyemez. Bu sebeple
mahsulün korunması için bekçiliğe lüzum yoktur» diyordu. Ben de
ona, «Sen bu tutumunla sebeplere yapışmayı muattal bırakıyorsun»
diye haber gönderdim. O da bana, «Allah’ın inayetiyle muattal olmaz. Bekçi koyma işi, imanı zayıf olanların iç huzuru duymaları için
düşünülen bir tedbirdir. Hak Taálá’nın bir kimseye kısmet edeceği
bir şeyin başkasına geçeceği veya o rızkın geri alınacağı düşüncesine
kapılmak hatalıdır. Sana gelince, Allah’a hamdolsun ki, inancın tamdır. Bu nedenle bekçiye lüzum yoktur” demişti.
Demek ki, herhangi bir kimse böyle bir imana erişirse, kapısını
kilitlemeye bile lüzum kalmaz. Ancak başkalarının emanetini koruyanlar, sapıtmış, kendini bilmez hırsızlardan bu emanetleri korumak
için kapısını kapayıp kilitlemelidir. Böyle bir tedbire baş vuran bir
kimse hırsızların işini zorlaştırarak bu emanetlerin çalınmasına mani olur.
Ve yine kişi evinde pişirip kendisi için hazırlamış olduğu kızarmış tavuk, veya badem tatlısı bulundurursa başkalarının bunları yememesi için kapısını kilitlemesi iktiza etmez.
Böyle bir olay da benim başımdan geçti. Şöyle ki: Bir gün bilginler bilgini kardeşim Şeyh Nurettin Tantai ile birlikte tavuk yiyorduk. O sırada Hak Taala hatırlatmada bulundu, dedim ki: «Bu yemeği öyle bir vakitte yiyoruz ki, dostum Şeyh Şemsüddin Hatip eş-Şirbini’nin bu vakitlerde bize uğraması gerekmektedir». O bu vakitlerde bize uğramak itiyadındaydı. Çünkü, her üçümüz arasında eskiden beri süregelen bir yakınlık ve dostluk vardı. Şeyh Nureddin bana, «Sen kapıyı kilitle, Hatip Şirbini gelip tavuğumuzu yemesin» deyince, ona, «Bu durumda iki ihtimal vardır, bu yemekten yeme kısmeti varsa, kapıyı kilitlemiş olsak dahi, girer yer ve mani olamayız,
zira o kapıyı kilitli bulsa da, duvardan iner, içeri girer ve kısmetini
yer. Şayet bu yemekte kısmeti yoksa, kapıyı kapamaya lüzum kalmaz», dedim. Fakat o bana «Sen kapıyı kapa, bunun sebebini sana
anlatayım», deyince, ben ona, «Bu durum üzerindeki ispat ve delilin
nedir?» sorusuna, “Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in, “Bir şeyi bağla, sonra Allah’a güven» hadisini söyledi. «Bu hadis, Efendimiz
tarafından, bir şeyi kaybetmekten korkan kişiler için söylenmiştir.
Bana gelince, ben hiçbir şeyden korkmuyorum», diye cevap verdim.
O. «Senin payına düşen tavuğu samimiyetle edeceğine dair niyet etmedikçe, yine onun yemesini engellemiş olursun” dedi. Ben de,
«Ben bu yemekten payıma düşeni şimdiden ona helal ettim, şayet kulun düşüncesi, içten, temiz ve huzur içinde bulunuyorsa, hırsız gelip
bu yemekten bir şey çalsa da, bu aldığı haram değildir. Bu alışı ve
yemesi haram değil de, harama yönelişi haramdır. Gerçekte çalınan
bir şeyin haram oluşu, mal sahibinin eza görmesi ve malının çalınmasına rıza göstermemesi, sebebiyledir, bu hususta, şeriat kanunlari sahihdir» dedim. Arkadaşım Şeyh Nureddin, bu sözlerime cevap
vermedi ve sustu. Bu sırada Hatib Şirbin içeri girdi, Hak Taala’nın
ona bu yemekten ayırdığı, payı yedi.
Ey kardeşim! Rızık peşinde koşarken, bir başkasını sakın sıkıştırıp gücendirme. Kalbinin aynasını, ihtiyacının gerçekleşmesine mani
olacak pas ve tozdan temiz tut. Bu amelinde, doğru bildiğin, seni vehim ve vesveselerden kurtarıp ilahi huzur ve yakınlık çevresine sokacak bir şeyhin eliyle başarıya varılacağını bilmelisin. Böyle olunca hakim ve sultanın huzurunda, alim ve salihlere dağıttığı maldan
sana ayırmadıklarında üzülmezsin. İsmin onlarla birlikte yazılmadığı için müteessir olmazsın. Şayet adın listede yazıldığı halde, biri onlara “Filâncanın adını çıkarın zira bu kişi zengindir, bir şeye ihtiyacı
yoktur» demiş olsa veya senin için «Buraya gelmeden ona bir şey
vermeyin zira bu kişi kibirlidir, kendisini büyük görür» gibi, bu ve
buna benzer şeyler söyleseler dahi bir üzüntü duymazsın.
Ey kardeşim! Bu sebepten gerek nefsini ve gerekse imanını imtihana tabi tut. Sana bu yönden bir ölçü ve terazi gösteriyorum. Çünkü sen nefsini iyi bilirsin: Nefsinin bu davranışlardan (vermedikleri
için) etkilenip üzüldüğünü anladığın vakit seni başarıya götürecek,
elinden tutup ilahi yakınlık çevresine sokacak bir şeyhe bağlanman
vaciptir. Bu imkanlar senin elindedir. Seni bundan uzak kılacak herhangi bir mazeret göstermeye çalışma. Aksi halde rızık arama yönünden inancça zayıf olarak ölürsün. Dünya sevgisi uğrunda nice
nice insanlar birbirlerini öldürmüşlerdir. Şayet bu insanlar rızık yönünden kendilerine düşen paya inanıp rıza göstermiş olsalardı, böyle sonucu kötü davranışlara düşmüş olmazlardı.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun hocam ve efendim, Aliyyü’l-Havvas’ın bu konu üzerinde şöyle konuştuğunu duymuştum: «Rızık, sahibini istek ve israrla arar ve onu bulmaya çalışır. Rızkın sahibi de
rızkını arar. Lakin bu arama işi nöbetledir… Birisi durunca diğeri harekete geçer. Yani ikisi aynı anda birbirlerini aramazlar».
Yine şöyle konuşurdu: «İnsan oğlu amelleri eksik olsa da, Rabbinin huzuruna bir inançla varmalıdır. Zira kişi Rabbinin huzuruna ins ve cinlerin yaptıkları amelle gelmiş olsa da inancında bir eksiklik veya bir gedik bulunmuş olsa, yaptığı bu ibadet ona hayır
getirmez. Çünkü mutluluk, inanç kemaliyle, doğrulukla bağdaşıp dolaşır».
Birçok müşterilerin kendisinden çok komşusuna gelmelerine
kalbinden acı ve sıkıntı duyan bir tacir, iman kemalinin zayıf olduğunu bilmelidir. Yine her bilgin ve şeyh de şunu bilmelidir ki, akranına
gelen talebenin çokluğunu veya kendi talebelerinin kendisini bırakıp bir diğer hoca veya bilgine gittiğini, çevresinde okutacak veya
öğretecek bir kimsenin kalmadığını gören ve anlayan ve bu sonuçtan içinde sıkıntı duyan bir bilgin ve şeyh, talebesinin kendisinden
uzaklaşmasından memnun kalmalıdır. Zira bu gibi sonuçtan üzülüp,
kederlenen bilgin ve şeyhlerin talebelerini kurtaracak, onları doğru
yola yöneltecek kısmet ve nasipleri yoktur. Bizlere verilen haberler
de bunu açıklamaktadır. Allah istediğini doğru yola yöneltir.
Hadisün-hasen kaydıyla, Tirmizí, İmam Malik, Ebu Davud, şu
hadisi rivayet ederler: «Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, «Güzel gaye (iyi niyyet), aceleci olmayıp teenni ile hareket etmek ve iktisatlı olmak peygamberliğin 24 sıfatından biridir». Ebu Davud ve
İmam Malik’in rivayetinde 25 sıfattan biri olduğu kaydedilir.
«Sahih»inde İbn Hibban, Buhari ve Müslim’in şartlarına göre,
sahihtir kaydıyla şu hadisi rivayet eder: «Sallâllahu aleyhi ve sellem
Efendimiz buyurur: «Rızkınızın geciktiğine tasalanmayın. Çünkü kul,
kendisi için mukadder son rızkını almadan ölmez. Bu nedenle helal
rızkı almaya, haram rızkı da bırakmaya çalışın. Binaenaleyh helali
temin ve haramı terk hususunda sa’y ü gayretle davranınız. Bir nefis rızkını almada geç kalsa da onu almadan ölmez. Bunun içindir ki,
Allah’ın helal kıldığını alın, haram olandan kaçının».
İbni Mace’nin rivayet ettiği bir hadiste, “Herkese kendisi için yazılanı yapacağı bir kolaylık bahşolunmuştur» buyurulmuştur.
Hákim’in rivayet ettiği bir hadis de şöyledir: «Birinizin rızkı gecikirse, Allah’a isyanı mucip yerlerde aramasın. Kişi Hak Taâlâ’nın
faziletini O’na karşı gelerek elde edemez.
İbni Hibban, Bezzar ve Teberani de şu hadisi rivayet ederler: “Ecel
insanı nasıl izleyip yakalarsa, rızık da kulu arayıp bulur». Taberanî’nin
metni şu meâldedir: “Rızık sahibini ecelinden daha ve çabuk arayıp bulur».
Taberanî, hasen senedlere dayanarak merfuan bu hadisi rivayet
eder: «Biriniz kendisine gönderilen rızkı almamak için kaçarsa, ölümün kendisini kovaladığı gibi, rızık da onu kovalayıp bulur».
Yine Taberani merfuan şu hadisi rivayet eder: “Sana kısmet olmayan veya sana verilmeyen bir şeyin peşinde onu elde etmek için koşma. Acele etmekle de ona yetişeceğini zannetme. Sana gönderilen ve
payına düşen rızkı almaktan da geri durma. Senin kısmetin olan bir şeyi almaktan geri durduğunda onun senden uzaklaştırılacağını zannetme.
Yeter ki Hak Taala, o şeyi sana kismet etmiş olsun”.
Taberaní ve Beyhakí rivayet ediyorlar: «Sallallahu aleyhi ve sellem
Efendimiz bir yerden geçerlerken, yerde olgun bir hurma danesi görür
onu alarak bir fukaraya verir ve şöyle buyurur: «Sen bu hurma
danesine gelmeseydin, o sana gelirdi”.
Taberaní, İbn Mes’ud’un da sözü olduğu söylenen şu hadisi rivayet eder: «Bir kulun rızkına mani olmak için ins ve cin bir araya gelmiş olsa da bu işi başaramazlar».
İbni Hibban ise, “Sahih”inde şu hadisi rivayet eder: «Sallallahu
aleyhi ve sellem Efendimiz Allah’ın rızası üzerine olsun Hz. Halid bin
Zeyd ve Eba Eyyub el-Ensari’nin iki çocuğu olan Hasen ve Şevvar’i
yanına çağırır ve onlara: «Başınız bedeniniz üzerinde sallandığı sürece,
rızık darlığından ümitsizliğe düşüp kederlenmeyin. Zira insanı annesi
kırmızı olarak doğurur (Yani çıplak bir et parçası halinde, üstünde
bir gömlek olmadan) sonradan Hak Taala onun vücudunu örter ve
ona rızkını verir» buyurmuşlardır». Bu konu üzerinde daha birçok
meşhur hadisler vardır. Allah daha iyisini bilir.

Hayat-ı Şerifleri kategorisinde yayınlandı. HAKKIMIZA DÜŞEN RIZKA İNANMAK için yorumlar kapalı

23 Rebiülahir

Tevbe 23.Ayet: Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.
Tevbe 24.Ayet: De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah´tan, Resûlünden ve Allah yolunda mücadele etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.
Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Ebu Saidi’l-Hudrî Radıyallahu Anh anlatıyor. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bilesiniz, Kıyamet günü ahdini tutmayan her vefasıza vefasızlığının derecesine uygun bir bayrak dikilecek (böylece vefasızlığı teşhir edilecek)tir.”

Kaynak : İbnu Mace Sünen (2873) – Hds :(6875)
Zulüm ve zalim hiç bir zaman hedefine ulaşamadı.zalimin zulmü eziyeti varsa mazlumların koruyucusu Alemlerin Rabbi olan Allahımız vardır.Ona sığınan dünyadada ahirettede kurtulmuştur.şeytana ve zulmüne sığınan zalimler dünyadada ahirettede hüsrana uğramışlardır.mazlumlara selam olsun zalimlere azab olsun.zalimlerin zulmü varsa mazlumların Allahı vardır.
Vesselam
Muhammed sıddık haşimi hz.

....... kategorisinde yayınlandı. 23 Rebiülahir için yorumlar kapalı